1 Ekim 2013 Salı

Bazıları yapmak için çalışır.

Bazıları yapmak için çalışır.
Bazıları ise yapılanları yıkmak için çalışır.
Her ikisi de varlıklarını korumak içindir.
Mevcut olanı ihya etmekse bilgi işidir, erdem işidir.
İhya ediyorum diye yola çıkanlara iyi bakın!

Bilgi ve erdem sahibi midirler? 

Oğuz BİÇER

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gönül Gözümüz ...


Gönül Gözümüz …


 Arkası sırlı cama bakarsan, gördüğün fani olan,

Gönül gözüyle görürsen, gördüğün hakikat olan,

Gözünle bakarsan, gördüğün yalan olan,

Kalbinle görürsen, asıl olan,

 

Sözün özü sevgi, onun da aslı yaradan,

Ne ararsan kendin de ara, aradığında adı, yaradan,

Unutma ki, elde bulduğun hoş, ama boş olan,

Kendini, kendinde bulduğun an ise, asıl olan.

Oğuz BİÇER
  
***

İnsanlar iletişim kurarken seslerini,  beden dillerini ya da görsel yansıtmaları kullanırlar.

Her üçünde de düşünür ve düşüncelerinin yansımalarını, sesli ya da sessiz olarak aktarırlar.

Bu aktarımda oran, beden dili olarak %60, ses tınısı olarak %30,  sözcükler ve kurulan cümleler olarak %10 dur. Bu bir noktada yaşanan evrimin de etkisini göstermektedir.

Ve hâlen, en etkili olan beden dilidir.

Ancak, çağdaş insan,

Sözle düşünüyor,

Sözle, kendisini ifade ediyor,

Sözcüklerden oluşan dil ile… İletişim kuruyor… Ya da kurmaya çalışıyor,

Sadece bunlarla da kalmıyor, duygu ve düşüncelerini Gönül dili, Beden dili ve Konuşma diliyle ifade ediyor,

Yaşam denen sürecini, soyut ve somut değerlerle tamamlamaya çalışıyor.


***

Burada asıl konumuz olan “Gönül Gözümüz, Sevgi”,

Başka bir değişle “Gönül Dilimiz, Sevgiye” gelmek istiyorum.


***
Bakalım bu cümlede ki kelimeler, sözlükte nasıl yer alıyor?

GÖNÜL:  “Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı”,

GÖZ: Görme organı, basar

Oda,

Bakış, görüş,

Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak,

Delik, boşluk,

Çekmece,

Terazi kefesi,

Nazar,

Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı,

Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri,

Bölüm, hane,

Bazı yaraların uç bölümü,

DİL: isim 2. anlamında

“İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban”

“Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığı ve söz dizimi”

“Belli mesleklere özgü dil”

“Düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı”

“Sorguya çekilmek için yakalanan tutsak”

SEVGİ:  “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.”

olarak tanımlanıyor TDK’ nun sözlüğünde.

Ve konumuzla dolaylıda olsa, ilgisi olan, aşka da kısaca değinmek isterim,

AŞK: “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda” olarak tanımlanıyor TDK’ nun sözlüğünde.

Aşk tanımı da, çeşitlilikler göstermektedir. Araştırmalar sonucunda pek çok psikolog bu konuda farklı teoriler geliştirmiş ve aşkın çeşitlerini tespit etmeye çalışmışlardır.

Aşkın, pek çok uzman tarafından, farklı sınıflandırılması yapılsa da, Yunanca sözcüklerle adlandırılan ilk üçünün birincil ve diğer üçünün ikincil olduğu 6 aşk tipi belirlemiştir. Bunlar, tutkulu aşk (Eros), arkadaşça aşk (Storge), oyun gibi aşk (Ludus), sahiplenici aşk (Mania), mantıklı aşk (Pragma) ve özgeci aşk (Agape)’ dir.

Aşk bir arayışla, bilinçli bir çaba ve gayretle değil, çoğu kez bir rastlantı ile doğar. Oysa kimse bir rastlantı sonucu sevilmez. Sevgiyi insanın özünde var olan sevme gücü üretir. Bir başka insanı sevmek, onunla ilgilenmeyi, onun yaşamından, kendini sorumlu tutma, düşüncesinin, harekete geçmesiyle olur.

Bu duyguyu hissetmek ve onun için, sorumluluk duymak, sevilenin fiziksel varoluşu için değil, tüm insani niteliklerin, gelişmesi için de söz konusudur.

Bu bağlamda aşk, sevginin bir başlangıcı olabilir; gerçek sevgiye ulaşmanın bir aracı sayılabilir. Hissedilen olağan üstü çekim gücünün hedefi, bir vücutta iki maneviyatın; iki maneviyatın biz olma arzusudur. Bu taraflarca, bilinçli bir hal oluşturularak sevgiye dönüştürülmelidir.

Fakat sevgi taraflarca birlikte gerçekleşmezse, aşk biter; gerçekleşirse aşk onun bir öğesi olur.

***
Şimdi gönül penceremizi açacak olan, gönül gözümüzün ufkundaki pırıltıların esasına dönelim.

***
İnsanın maddi gözünün tekâmülü, kalp gözünde, basirete götürür. Beden Gözüyle maddeyi, eşyayı; Kalbiyle de hakikati idrak etmek için çalışır.

Yarattığımız ve konuştuğumuz dilin betimlediklerine, yüklediğimiz anlam açısından, her birimiz diğerimizden ayrılırız.

Çünkü her birimiz, değişik yaşam koşullarına sahibiz.  Aklımızı kullanma ve deneyimleme sonucu farklı inançlar, yargılar ve değerlere sahip olmuşuzdur.

Buna, yaşadığımız toplumun değer yargıları da yön vermiştir.

Sevgi, sözcük olarak, insanın hissettiği duygulardan birini tanımlar. Sonuçta sevgi ile ifade edilen ortak kavram ve değerler farklılıklar gösterse de, her birimiz için, genelde aynıdır.

İnsan akıl, düşünce ve vicdan üçlüsüyle ayakta durur.

Bunlardan birinin, azalması veya yok olması, insanın kişiliğinin oluşumunu etkiler.

Sevgi, bu noktada, kişinin kendinde ve başkalarında olan iyilik, güzellik, akıl ve hikmeti algılaması ve bunun farkındalığıyla kendine, herkese ve her şeye saygı duymasıyla vücut bulur.
Ancak bizler dördüncü bir değerin insanı tamamlayacağına,
Bunun, bir yol olduğuna,
Bu yolun, keşif yolculuğu olacağına,
Bu yolculuğun, erdemler zinciriyle buluşan insanın, kendini keşfetmesi olacağına,
Bu yolculukta, bir bütünün oluşması için, gayretle, emekle, sebatla çalışarak yol alınacağına,
Bunun altı erdem’ e ulaşmak için yapılacağına,

Ve bu keşfi tamamlamak için, özellikle bizler tarafından, bunun bir hedef olduğunun, bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu hedef de bize, gerçek saygıyı verecektir, diye düşünüyor ve değerlendiriyorum.

***
Bu noktada Erdem’ler, İtidal, Cesaret, Adalet, Basiret, Sevgi, Dayanışma nitelikleriyle bir bütünü oluşturur.

Bu arada, erdemleri birbirine bağlayan ve bir bütünün oluşmasını sağlayan, harç sevgidir.

Peki, Gönül neresindedir?
Gönül, erdemleri oluşturan bütünün tam merkezinde, ortasında yer alır.

Burada yapmamız gereken sadece kendimize, kendimiz olmamız için izin vermemizdir. İçimizdeki olup bitene yönelmek, kendimizi dinlemek ve anlamak, içimizden doğacak olana, kulak vermemiz, yani kişinin kendi kendini bulmasını öğrenmesi gibi.

Bizce başlangıcı ve sonu belirsizlikler içinde olanın, var olduğu düzende; gönlün göz, göz tomurcuklanması gibi.

***
Sevgi, soyuttan somuta geçiştir.

Duygu ve düşüncenin, eylemle bütünleşmesidir.

Eylemle görünür hale gelir ve süreklilik hali kazanılır. Görünürde sevginin ifade ediliş biçimi, her insanın o duyguyu hissediş şekli, farklı boyutta olup; kişinin kendi gönül gözü ile hayata bakışı birbirleriyle orantılıdır. Her birimizin inancı, yargısı, yaşadığı ve yaşayacağı olaylara yüklediği anlam ile görünürlüğü somutlaşır. Başka bir değişle, madde dünyasında yaşayan insanın, maneviyattan aldığıyla; algı sürecini yaşayarak olgunlaşması halidir.
Sevginin soyutta oluştuğu yer gönüldür.  Kıpırdanmalar, hareketler, hissedilenler, küçük ya da büyük sızılar, acılar, vb. hallerin adeta filizlendiği yerdir gönül. Bilinçsizce olduğu düşünülen duygu ve hislerin çekiminde güç bulmasıdır. Adeta nedensiz gibi algılananın, aslında coşkuyla akıp kendini bulma hali, kaosun içinden düzene geçiş ve şuurun oluşmasıdır. Hissedilenler artık yön bulur. Akıp giden duygular, düşünceler şekil bulmaktadır.

Hissedişler o kadar çok yönlüdür ki; biçimleri, yönleri ve nedeniyle birçok sevgiden söz edilir.
Bunlar insan, çocuk, hayvan, doğa, vatan sevgisi gibi canlı ya da cansız olarak nitelendirdiğimiz tüm olgulara yöneliktir.  Sevgiye yüklediğimiz anlamlar çeşitlilik gösterse de, sevgi, her olguyu kapsar. En önemlisi, bu özellik insan tarafından yaratılmamıştır. Her türlü farklılığına rağmen tek bir yerde buluşmasıdır. Bu kaynağının tek olduğunu gösterir ve bu özüdür.

Sevgi adeta kavanoz içinde saklanan bir özdür. Çocukluktan başlayarak bu özün aşılanarak, kıvama gelmesi sağlanmalıdır. Öyle bir hal almalıdır ki, her konuda kişi bununla yoğrulmalı, tüm değerleri olumlu yönde olgunlaşmalıdır.
Doğumunda ne iyi, ne kötü olan insanın, zamanla şekil bulduğu gibi. Sevgi çocuğun içindeki öz ve çevresinin de etkisiyle ona yön verecektir. Bütün hissettiklerini, duygularını adım adım yorumlamasını öğrenecektir.  Öfke, korku, şiddet, nefret gibi negatif duygular: doğru aşılanmanın yapılamadığını, sevgi renginin en koyu halini ortaya koyacaktır.

Hoşlanmak, sevinmek, mutlu olmak, paylaşmak gibi pozitif duygular: aşının doğru yapıldığını, sevgi renginin en açık tonlarıyla kişide gelişmesini gösterecektir. Bu davranışlarıyla çevresine tekrar geri dönecek, yaptıklarıyla kendini ifade edecektir. Burada tabi ki ortaya çıkan sonuç, yapılan aşılamanın etkisi ve bebeklikten-çocukluğa, çocukluktan-gençliğe ve sonrasında olgunluğa kadar tüm evrelerde kendini gösterecektir.
Sevgi, fark yaratacak adeta, Gönülden Göze, Dile ve Söze, akıp gidecektir. Aşısı güzel yapılmış yedi veren gülleri gibi, rengârenk açacak, katmer katmer renkleriyle, kokularıyla, duyulara hoşluklar saçacak ve güçlenen bu sevgi yumağı tüm evreni saracaktır.

İnsan kendini, yaşamının ilerleyen sürecinde de, içinde ki bu özle hep iç içe bulacaktır.  Ailesinden, çevresinden, eğitim ve öğretim gördüğü tüm yerlerden etkilenerek bu öz daha da mayalanacak,  gelişecektir.
Bu özden aldığını, olumlu değerlerle bezeyen insan, ömrünün her evresinde kendisi yaşayacak ve çevresindekilere de yaşatacaktır.

Bunun için sevgi öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken bir değerdir. Bunun nasıl oluştuğu, çocukluk yıllarında aile içinde verilen değerlerde görülür.
Öncesi belirsiz olan yönlerin, bebeklikten-çocukluğa, öğreti ve görü tesis edilerek, aile içinde olmasıdır.

Öğretim ve eğitim sürecinde, çocukluktan-gençliğe, yaşadığımız Dünya ve toplum içinde kabul edilmiş evrensel doğrular ve değerelerle donatılmış, bilimsel, nitelikli bilgilerin verilmesi, modern eğitim kurumlarında olacaktır.
Sonuç olarak, bilime dayalı soyut ve somut değerlerin, neler olduğunu algılayabilen, bilimsel niteliğin, farkındalığını anlayan ve gören nitelikler oluşacaktır. Geçmişten, bugüne; bugünden de geleceğe bakabilecek ve yön verebilecektir.

Sevginin, hâkim olduğu kişiler, farklı olacak ve farklar yaratacaklardır.  Yarattıklarıyla vermiş oldukları mesaj, sevginin açıkça dili, lisanıdır. Böylece hangi renkten, hangi ırktan, hangi cinsten ve inançtan olursa olsun bu mesajları alacak ve vereceklerdir. Böylece, bir insanın gönlünden, diğer insanların gönüllerine akıp gidecektir.

***
Saf ve temiz duygularla, olumsuzluklardan arınarak, bize verilenlerle kendimizi tekrar inşaya başlarız. Bize verilen fiziki ışığı, beden gözümüze tutulan bir ışık olarak görmemeli, nurun kaynağından gelenin, gönül gözümüze can olacağını hissetmeliyiz. Canına can katılanın, özünde, sevginin her çeşidinin oluşacağıdır. Burada en önemli konu olarak, karşımıza sezgi potasında oluşan kardeşlik sevgisinin çıkacağını düşünüyorum.

Kardeşlik sevgisi, en temel konulardan biridir. Bunun için, özümüzdeki sevginin, doğru bir şekilde aşılanması gereklidir. Kişi bu yolda kendine verilenleri içselleştirecektir. Bu, düzenli ve disiplinli bir çalışmayla olacaktır.
Burada hep birlikte el ele, gönül gönüle olacak, erdemler zinciriyle, harçla bağlanacak ve bir bütünü oluşturma yolunda uyum içinde, hoşgörüyle, güvenle çalışmamız gerekecektir.

Gönüllerinde, kardeşlik sevgisiyle bağ kuranlar, en önemli yapı taşlarını teşkil edeceklerdir. Onun için bizler sadece burada almak için değil, vermek için, alanın değil, verenin güçlü olduğunu idrak ederek, çalışmalarımızı sürdürürüz. Gönülden-gönüllere bağ kurmak için, insanlığa hizmet için çalışırız.
Diye düşünmekteyim.

İşte önemli olan, gönülde olanın, bireyde doğru bir şekilde aşılanması ve onun dili sevgiyle tüm insanlığa ve evrene ulaşmasıdır.
Bu sevgiyle, fark yaratan insanın, yaşamın her alanında sergileyeceği davranışlar geliştikçe, bilimde, sanatta, edebiyatta, müzikte, mimaride ve aklınıza gelebilecek her alanda, eserler yaratmaya başlayacaktır.

***
Şimdi sizlere, bir hikâyeyi hatırlatmak isterim,  Anonim

Bir gün dervişin birine sormuşlar:
''Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında bir fark var mıdır?''

"Bakın göstereyim'' demiş, derviş.
Bir sofra hazırlamış.

Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden Gönül’e indirmeyen kişileri çağırmışlar.

Hepsi yerlerine oturmuşlar.

Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da ''derviş kaşığı'' denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.
Derviş: ''Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz'' diye bir şart koşmuş.

''Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.'' Haaa!!!!
''Peki'' demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar.

Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş.

En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, çorbadan vazgeçmişler.
Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan.

Onlar sofradan kalktıktan sonra, derviş:
''Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya'' demiş.

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya.
Derviş: ''Buyurun bakalım'' deyince de,

Her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp, içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde sofradan kalkmışlar. ''İşte'' demiş derviş.

''Her kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır."
ve

"Her kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz."
Şunu da unutmayın ki, Anılan bu, hayat pazarında yalnız alan değil, her zaman veren kazançlıdır, diye kişisel görüş ve yorumumu yineliyor,

Gönüllerin nurundan,
Göz nurlarımıza akan sevgi,

Gönül gözlerimizi, hep aydınlatsın ve bu aydınlık yolda, bizleri hakikate ulaştırsın.

Oğuz BİÇER 

Notlar

Notlar

Ben insanların aklına laf etmem, ancak nasıl ve ne kadar kullandığına bakarım.
Oğuz Biçer 29.07.2013