Gururun sevginin üstüne çıkıyorsa, güneş üstüne doğmaz.
Oğuz BİÇER
Oğuz BİÇER
22 Haziran 2014 Pazar
1 Ekim 2013 Salı
Bazıları yapmak için çalışır.
Bazıları yapmak için çalışır.
Bazıları ise yapılanları yıkmak için çalışır.
Her ikisi de varlıklarını korumak içindir.
Mevcut olanı ihya etmekse bilgi işidir, erdem işidir.
İhya ediyorum diye yola çıkanlara iyi bakın!
Bilgi ve erdem sahibi midirler?
Oğuz BİÇER
29 Temmuz 2013 Pazartesi
Gönül Gözümüz ...
Gönül Gözümüz …
Gönül gözüyle görürsen, gördüğün hakikat olan,
Gözünle bakarsan, gördüğün yalan olan,
Kalbinle görürsen, asıl olan,
Sözün özü sevgi, onun da aslı yaradan,
Ne ararsan kendin de ara, aradığında adı, yaradan,
Unutma ki, elde bulduğun hoş, ama boş olan,
Kendini, kendinde bulduğun an ise, asıl olan.
Oğuz BİÇER
Oğuz BİÇER
***
İnsanlar iletişim kurarken seslerini, beden dillerini ya da görsel yansıtmaları
kullanırlar.
Her üçünde de düşünür ve düşüncelerinin yansımalarını, sesli
ya da sessiz olarak aktarırlar.
Bu aktarımda oran, beden
dili olarak %60, ses tınısı olarak
%30, sözcükler ve kurulan cümleler olarak %10 dur. Bu bir noktada yaşanan
evrimin de etkisini göstermektedir.
Ve hâlen, en etkili olan beden dilidir.
Ancak, çağdaş insan,
Sözle düşünüyor,
Sözle, kendisini ifade ediyor,
Sözcüklerden oluşan dil ile… İletişim kuruyor… Ya da kurmaya
çalışıyor,
Sadece bunlarla da kalmıyor, duygu ve düşüncelerini Gönül dili, Beden dili ve Konuşma diliyle
ifade ediyor,
Yaşam denen sürecini, soyut ve somut değerlerle tamamlamaya
çalışıyor.
***
Burada asıl konumuz olan “Gönül
Gözümüz, Sevgi”,
Başka bir değişle “Gönül
Dilimiz, Sevgiye” gelmek istiyorum.
***
Bakalım bu cümlede ki kelimeler, sözlükte nasıl yer alıyor?
GÖNÜL: “Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb.
kalpte oluşan duyguların kaynağı”,
GÖZ: Görme
organı, basar
Oda,
Bakış, görüş,
Suyun topraktan kaynadığı yer,
kaynak,
Delik, boşluk,
Çekmece,
Terazi kefesi,
Nazar,
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı,
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her
biri,
Bölüm, hane,
Bazı yaraların uç bölümü,
DİL: isim 2.
anlamında
“İnsanların düşündüklerini ve
duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma,
lisan, zeban”
“Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü
söz dağarcığı ve söz dizimi”
“Belli mesleklere özgü dil”
“Düşünce ve duyguları bildirmeye
yarayan herhangi bir anlatım aracı”
“Sorguya çekilmek için yakalanan
tutsak”
SEVGİ: “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın
ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.”
olarak tanımlanıyor TDK’ nun
sözlüğünde.
Ve konumuzla dolaylıda olsa, ilgisi
olan, aşka da kısaca değinmek isterim,
AŞK: “Aşırı
sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda” olarak tanımlanıyor TDK’
nun sözlüğünde.
Aşk tanımı da,
çeşitlilikler göstermektedir. Araştırmalar sonucunda pek çok psikolog bu konuda farklı teoriler geliştirmiş ve aşkın çeşitlerini tespit etmeye çalışmışlardır.
Aşkın, pek çok uzman tarafından, farklı sınıflandırılması
yapılsa da, Yunanca sözcüklerle adlandırılan ilk üçünün birincil ve diğer
üçünün ikincil olduğu 6 aşk tipi belirlemiştir. Bunlar, tutkulu aşk (Eros),
arkadaşça aşk (Storge), oyun gibi aşk (Ludus), sahiplenici aşk (Mania),
mantıklı aşk (Pragma) ve özgeci aşk (Agape)’ dir.
Aşk bir arayışla, bilinçli bir çaba
ve gayretle değil, çoğu kez bir rastlantı ile doğar. Oysa kimse bir rastlantı sonucu sevilmez. Sevgiyi insanın özünde
var olan sevme gücü üretir. Bir
başka insanı sevmek, onunla ilgilenmeyi, onun yaşamından, kendini sorumlu tutma, düşüncesinin, harekete
geçmesiyle olur.
Bu duyguyu hissetmek
ve onun için, sorumluluk duymak,
sevilenin fiziksel varoluşu için değil,
tüm insani niteliklerin, gelişmesi için
de söz konusudur.
Bu bağlamda aşk,
sevginin bir başlangıcı olabilir; gerçek sevgiye ulaşmanın bir aracı
sayılabilir. Hissedilen olağan üstü
çekim gücünün hedefi, bir vücutta
iki maneviyatın; iki maneviyatın biz
olma arzusudur. Bu taraflarca, bilinçli bir hal oluşturularak sevgiye
dönüştürülmelidir.
Fakat sevgi taraflarca
birlikte gerçekleşmezse, aşk biter; gerçekleşirse aşk onun bir öğesi olur.
***
Şimdi gönül penceremizi açacak olan, gönül gözümüzün
ufkundaki pırıltıların esasına dönelim.
***
İnsanın maddi gözünün
tekâmülü, kalp gözünde, basirete götürür. Beden Gözüyle maddeyi, eşyayı; Kalbiyle de hakikati idrak etmek için çalışır.
Yarattığımız ve konuştuğumuz dilin betimlediklerine,
yüklediğimiz anlam açısından, her birimiz diğerimizden ayrılırız.
Çünkü her birimiz, değişik yaşam koşullarına sahibiz. Aklımızı kullanma ve deneyimleme sonucu
farklı inançlar, yargılar ve değerlere sahip olmuşuzdur.
Buna, yaşadığımız toplumun değer yargıları da yön vermiştir.
Sevgi, sözcük olarak, insanın hissettiği duygulardan birini tanımlar. Sonuçta sevgi ile
ifade edilen ortak kavram ve değerler farklılıklar gösterse de, her birimiz için, genelde aynıdır.
İnsan akıl, düşünce ve vicdan üçlüsüyle ayakta durur.
Bunlardan birinin,
azalması veya yok olması, insanın kişiliğinin oluşumunu etkiler.
Sevgi, bu noktada, kişinin kendinde ve başkalarında olan iyilik, güzellik, akıl ve hikmeti algılaması ve bunun
farkındalığıyla kendine, herkese ve her şeye saygı duymasıyla vücut bulur.
Ancak bizler dördüncü bir değerin insanı tamamlayacağına,
Bunun, bir yol olduğuna,
Bu yolun, keşif
yolculuğu olacağına,
Bu yolculuğun, erdemler
zinciriyle buluşan insanın, kendini keşfetmesi olacağına,
Bu yolculukta, bir bütünün oluşması için, gayretle, emekle, sebatla çalışarak
yol alınacağına,
Bunun altı erdem’ e
ulaşmak için yapılacağına,
Ve bu keşfi
tamamlamak için, özellikle bizler tarafından, bunun bir hedef olduğunun, bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu hedef de bize, gerçek saygıyı verecektir, diye düşünüyor ve değerlendiriyorum.
***
Bu noktada Erdem’ler,
İtidal, Cesaret, Adalet, Basiret, Sevgi, Dayanışma nitelikleriyle
bir bütünü oluşturur.
Bu arada, erdemleri birbirine bağlayan ve bir bütünün
oluşmasını sağlayan, harç sevgidir.
Peki, Gönül
neresindedir?
Gönül, erdemleri oluşturan bütünün tam merkezinde, ortasında yer alır.
Burada yapmamız gereken sadece kendimize, kendimiz olmamız için izin vermemizdir. İçimizdeki
olup bitene yönelmek, kendimizi dinlemek ve anlamak, içimizden doğacak olana,
kulak vermemiz, yani kişinin kendi kendini bulmasını öğrenmesi gibi.
Bizce başlangıcı ve
sonu belirsizlikler içinde olanın, var olduğu düzende; gönlün göz, göz
tomurcuklanması gibi.
***
Sevgi, soyuttan somuta
geçiştir.
Duygu ve düşüncenin,
eylemle bütünleşmesidir.
Eylemle görünür hale
gelir ve süreklilik hali kazanılır. Görünürde sevginin
ifade ediliş biçimi, her insanın o duyguyu hissediş şekli, farklı boyutta olup;
kişinin kendi gönül gözü ile hayata bakışı birbirleriyle orantılıdır. Her
birimizin inancı, yargısı, yaşadığı ve
yaşayacağı olaylara yüklediği anlam ile görünürlüğü somutlaşır. Başka bir
değişle, madde dünyasında yaşayan insanın,
maneviyattan aldığıyla; algı sürecini yaşayarak olgunlaşması halidir.
Sevginin soyutta
oluştuğu yer gönüldür. Kıpırdanmalar, hareketler, hissedilenler,
küçük ya da büyük sızılar, acılar, vb. hallerin adeta filizlendiği yerdir gönül.
Bilinçsizce olduğu düşünülen duygu
ve hislerin çekiminde güç bulmasıdır. Adeta nedensiz gibi algılananın, aslında coşkuyla akıp kendini bulma hali, kaosun içinden düzene geçiş ve şuurun oluşmasıdır. Hissedilenler
artık yön bulur. Akıp giden duygular, düşünceler şekil bulmaktadır.
Hissedişler o kadar çok yönlüdür ki; biçimleri, yönleri ve nedeniyle
birçok sevgiden söz edilir.
Bunlar insan, çocuk, hayvan, doğa, vatan sevgisi gibi canlı
ya da cansız olarak nitelendirdiğimiz tüm olgulara yöneliktir. Sevgiye yüklediğimiz anlamlar çeşitlilik
gösterse de, sevgi, her olguyu kapsar. En önemlisi, bu özellik insan tarafından
yaratılmamıştır. Her türlü farklılığına rağmen tek bir yerde buluşmasıdır.
Bu kaynağının tek olduğunu gösterir
ve bu özüdür.
Sevgi adeta kavanoz içinde saklanan bir özdür. Çocukluktan başlayarak bu özün aşılanarak, kıvama gelmesi sağlanmalıdır. Öyle bir hal almalıdır ki, her konuda
kişi bununla yoğrulmalı, tüm değerleri olumlu yönde olgunlaşmalıdır.
Doğumunda ne iyi, ne kötü olan
insanın, zamanla şekil bulduğu gibi. Sevgi çocuğun içindeki öz ve çevresinin de etkisiyle ona yön verecektir. Bütün hissettiklerini,
duygularını adım adım yorumlamasını öğrenecektir. Öfke, korku, şiddet, nefret gibi negatif duygular: doğru aşılanmanın yapılamadığını, sevgi renginin en koyu halini ortaya
koyacaktır.
Hoşlanmak, sevinmek, mutlu olmak, paylaşmak gibi pozitif duygular: aşının doğru yapıldığını, sevgi renginin en açık tonlarıyla kişide
gelişmesini gösterecektir. Bu davranışlarıyla çevresine tekrar geri dönecek,
yaptıklarıyla kendini ifade edecektir. Burada tabi ki ortaya çıkan sonuç, yapılan aşılamanın etkisi ve
bebeklikten-çocukluğa, çocukluktan-gençliğe ve sonrasında olgunluğa kadar tüm evrelerde kendini gösterecektir.
Sevgi, fark yaratacak adeta, Gönülden Göze, Dile ve Söze, akıp gidecektir. Aşısı güzel
yapılmış yedi veren gülleri gibi, rengârenk açacak, katmer katmer renkleriyle, kokularıyla,
duyulara hoşluklar saçacak ve güçlenen
bu sevgi yumağı tüm evreni saracaktır.
İnsan kendini, yaşamının
ilerleyen sürecinde de, içinde ki bu
özle hep iç içe bulacaktır.
Ailesinden, çevresinden, eğitim ve öğretim gördüğü tüm yerlerden
etkilenerek bu öz daha da mayalanacak, gelişecektir.
Bu özden aldığını,
olumlu değerlerle bezeyen insan, ömrünün her evresinde kendisi yaşayacak ve
çevresindekilere de yaşatacaktır.
Bunun için sevgi
öğrenilmesi ve öğretilmesi
gereken bir değerdir. Bunun nasıl oluştuğu, çocukluk yıllarında aile içinde
verilen değerlerde görülür.
Öncesi belirsiz olan yönlerin, bebeklikten-çocukluğa, öğreti
ve görü tesis edilerek, aile içinde olmasıdır.
Öğretim ve eğitim sürecinde, çocukluktan-gençliğe,
yaşadığımız Dünya ve toplum içinde kabul edilmiş evrensel doğrular ve değerelerle donatılmış, bilimsel, nitelikli
bilgilerin verilmesi, modern eğitim kurumlarında olacaktır.
Sonuç olarak, bilime
dayalı soyut ve somut değerlerin, neler olduğunu algılayabilen, bilimsel niteliğin, farkındalığını anlayan ve gören
nitelikler oluşacaktır. Geçmişten, bugüne; bugünden de geleceğe bakabilecek
ve yön verebilecektir.
Sevginin, hâkim olduğu
kişiler, farklı olacak ve farklar yaratacaklardır.
Yarattıklarıyla vermiş oldukları mesaj, sevginin açıkça dili, lisanıdır.
Böylece hangi renkten, hangi ırktan,
hangi cinsten ve inançtan olursa
olsun bu mesajları alacak ve
vereceklerdir. Böylece, bir insanın gönlünden, diğer insanların gönüllerine akıp gidecektir.
***
Saf ve temiz duygularla, olumsuzluklardan arınarak, bize verilenlerle kendimizi
tekrar inşaya başlarız. Bize verilen fiziki ışığı, beden gözümüze tutulan
bir ışık olarak görmemeli, nurun
kaynağından gelenin, gönül gözümüze can olacağını hissetmeliyiz. Canına can
katılanın, özünde, sevginin her çeşidinin oluşacağıdır. Burada
en önemli konu olarak, karşımıza sezgi
potasında oluşan kardeşlik sevgisinin
çıkacağını düşünüyorum.
Kardeşlik sevgisi, en temel
konulardan biridir. Bunun
için, özümüzdeki sevginin, doğru bir şekilde aşılanması gereklidir. Kişi bu
yolda kendine verilenleri içselleştirecektir.
Bu, düzenli ve disiplinli bir çalışmayla
olacaktır.
Burada hep birlikte el
ele, gönül gönüle olacak, erdemler
zinciriyle, harçla bağlanacak ve bir bütünü oluşturma yolunda uyum içinde, hoşgörüyle, güvenle
çalışmamız gerekecektir.
Gönüllerinde, kardeşlik
sevgisiyle bağ kuranlar, en önemli yapı taşlarını teşkil edeceklerdir. Onun için bizler sadece
burada almak için değil, vermek için, alanın
değil, verenin güçlü olduğunu idrak ederek, çalışmalarımızı sürdürürüz.
Gönülden-gönüllere bağ kurmak için, insanlığa
hizmet için çalışırız.
Diye düşünmekteyim.
İşte önemli olan,
gönülde olanın, bireyde doğru bir
şekilde aşılanması ve onun dili sevgiyle
tüm insanlığa ve evrene
ulaşmasıdır.
Bu sevgiyle, fark
yaratan insanın, yaşamın her alanında sergileyeceği davranışlar geliştikçe,
bilimde, sanatta, edebiyatta, müzikte, mimaride ve aklınıza gelebilecek her alanda, eserler yaratmaya başlayacaktır.
***
Şimdi sizlere, bir
hikâyeyi hatırlatmak isterim, Anonim
Bir gün dervişin birine sormuşlar:
''Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında bir fark var mıdır?''
"Bakın göstereyim'' demiş, derviş.
Bir sofra hazırlamış.
Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden Gönül’e
indirmeyen kişileri çağırmışlar.
Hepsi yerlerine oturmuşlar.
Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da ''derviş kaşığı''
denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.
Derviş: ''Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle
yiyeceksiniz'' diye bir şart koşmuş.
''Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.''
Haaa!!!!
''Peki'' demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp
saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş.
En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, çorbadan vazgeçmişler.
Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan.
Onlar sofradan kalktıktan sonra, derviş:
''Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım
sofraya'' demiş.
Yüzleri aydınlık,
gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya.
Derviş: ''Buyurun bakalım'' deyince de,
Her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki
kardeşine uzatıp, içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde
sofradan kalkmışlar. ''İşte'' demiş derviş.
''Her kim ki hayat
sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır."
ve
"Her kim ki,
kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır
şüphesiz."
Şunu da unutmayın ki, Anılan
bu, hayat pazarında yalnız alan değil, her zaman veren kazançlıdır, diye
kişisel görüş ve yorumumu yineliyor,
Gönüllerin nurundan,
Göz nurlarımıza akan sevgi,
Gönül gözlerimizi, hep aydınlatsın ve bu aydınlık yolda,
bizleri hakikate ulaştırsın.
Oğuz BİÇER
Notlar
Notlar
Ben insanların aklına laf etmem, ancak nasıl ve ne kadar
kullandığına bakarım.
Oğuz Biçer 29.07.2013
Oğuz Biçer 29.07.2013
10 Temmuz 2013 Çarşamba
Uluslararası Lions Dernekleri 118-E Yönetim Çevresi: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunundan
Uluslararası Lions Dernekleri 118-E Yönetim Çevresi: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunundan: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunundan Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunundan 18.03.201...
Uluslararası Lions Dernekleri 118-E Yönetim Çevresi: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunu
Uluslararası Lions Dernekleri 118-E Yönetim Çevresi: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Tiyatro Oyunu: Sarıkamış' tan Çanakkale' ye Sarıkamış’tan Çanakkale’ye oyununda, tarihin bazı saklı sayfaları açılmaktadır. Bu açılımda Narg...
4 Temmuz 2013 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)